14 Aralık 2011 Çarşamba

1400 Yıllık Mucize

Kur’an indirileli 1400 yıl oldu. Bir âyeti bile yalanlanamadı, bir sûresinin benzeri getirilemedi. Başka mucizeye gerek var mı?

Onu okumak ayrı, söylemek ayrı sanat oldu. Hattatlar onu yazmak için, hafızlar onu ezberlemek için birbirleriyle yarıştılar. Başka mucizeye gerek var mı?

İnsanlar ona talebe olmayı en büyük şeref bildiler. Kendisini okuyan milyarlarca, tefsirini okuyan milyonlarca insan oldu. Onun ders halkasına zengin fakir, kadın erkek, genç yaşlı herkes oturdu. Hepsi de kendi hissesini aldı. Başka mucizeye gerek var mı?

Kur’an indirileli 1400 yıl oldu. İnsanlık yeni bilgilere ulaştıkça, Kur’an’ı daha çok doğruladı. Her geçen gün, bu kutsî kitabın yepyeni mânâları keşfedildi. Zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşti. Başka mucizeye gerek var mı?

Milyarlarca müslüman tarafından her gün aynı suresi 40 defa tekrar edildi. Usanç duyan, sıkılan olmadı. Dünyanın her hangi bir yerinde her an Kur’an okundu. Sanki yerküremiz hafız olmuş, sürekli rahle başındaydı. Başka mucizeye gerek var mı?

Kur’an indirileli 1400 yıl oldu. Ondan ders alanların hayatlarında büyük inkılâplar yaşandı. Hayatın her alanında gereken her ilkeyi onda bulanlar, Kur’an etrafında bir medeniyet kurdular. Adaletin, zarafetin, bereketin kaynağı o oldu. Başka mucizeye gerek var mı?

Metin : Muhammed Alpkent

18 Kasım 2011 Cuma

Bizden daha yüksek imkânlar verilmiş birini gördüğümüzde tavrımız ne olmalı?

Allah, dünyada bizi birbirimizle “eşit” kılmamış. Dünyada sağlık, servet, imkân, ilim ve kabiliyette eşitlik yoktur. Her zaman, dünyadaki kardeşlerim, akrabalarım, arkadaşlarım arasında “benden daha sağlıklı, daha yakışıklı/güzel, daha zengin, daha bilgili, daha yetenekli, daha yüksek makam sahibi” olanlar vardır.
Böyle durumlarla (örneklerle) karşılaştığımızda, şeytan hemen 3 dehşetli zehirli okunu gönderir:
  • “Şuna bak, nasıl da hava yapıyor! Kim bilir bunu nasıl kazandı!” gibi telkinlerle o kardeşimize karşı sû-i zân oluşturabilir.
  • Bizde o imkânlar olmadığından, “Keşke onda da olmasaydı” diye düşündürebilir. Bunun adı hasettir. (Mânevî imkânlar, ilim, hizmet, güzel ahlâk gibi, konusunda “gıbta” etmek iyidir.)
  • Bu imkânları çok süsleyerek, bizi onlara özendirip, kaderin hükmünü tenkit eder duruma düşürebilir. (Sonuçta, hâlimize râzı olmaktan çıkarız.)
Pekâlâ bu durumdan, olası mânevî hastalıklardan kurtulmanın çaresi nedir?
1) Bize verilenden daha fazlasını talep etmeye hakkımızın olmadığını bilmek
Bediüzzaman Hz. “Hastalar Risalesi”nin 18. Devâsında bundan bahseder. Özetle söylediği şudur: “Senin bir hakkın zayi olmamış ki şekvâ/şikayet ediyorsun. Belki senin üstünde hak olan çok şükürler var yapmadın. Cenâb-ı Hakkın hakkını vermeden, haksız bir surette hak istiyorsun gibi şekvâ ediyorsun. Sen, kendinden yukarı mertebelerdeki sıhhatli olanlara bakıp şekvâ edemezsin. Belki sen, kendinden sıhhat noktasında aşağı derecelerde bulunan biçare hastalara bakıp şükretmekle mükellefsin.”
2) Bizden daha düşük imkânlar verilmiş olanları düşünmek
Dünyada “benden daha sağlıklı, daha yakışıklı/güzel, daha zengin, daha bilgili, daha yetenekli” insanlar olduğu gibi, benden daha zor durumda insanlar da var. Üstelik bunların sayısı, ilk gruptakilerin sayısından daha da çoktur.
3) Bizden daha yüksek imkânlar verilmiş olanların da bilmediğimiz diğer imtihanları olduğunu hatırlamak
4) “Ya böyle olmasaydı?” diye düşünmek
Ya böyle olmayıp da o kardeşimiz de zor durumda olsa daha mı iyi olurdu?
5) Allah’ın takdirinin mükemmelliğini düşünmek

12 Kasım 2011 Cumartesi

El-Vehhab

İnsan, şu dünyanın nazlı misafiridir. Rahman’ın misafiriyizdir burada. Hediyelere boğulmadığımız an geçmez. Zaman bize Hakk’tan hediyeler taşır her an. Var edilmekle ruhumuz hediye edilmiştir bize. Ruhumuza giydirilen bedenimiz de hediyedir. Bedenimize aldığımız her nefes, sanki birer bahşişmiş gibi cömertçe sunulur. Günlerimiz, gücümüz, aklımız, eşimiz, çocuğumuz, evimiz, sevgimiz… Hepsi de birer hediyedir bize O’ndan. Allah, Vehhab’dır. Karşılıksız vererek kullarını sevindirir. Hak etmediğimiz halde, istemediğimiz halde verendir. Her an, her anımızı ve içindekileri hibe edendir.

İlâhi birer mevhibeyle kavuşuruz her şeye. Canlanmak için emeğimiz bile olmadan can veren, sağlığımızın devamı için şuurumuz bile olmadan kan veren, Hazret-i Vehhâb’tır. Her şeyimizi O’na iletir, dua dua O’na yalvarırız. Biliriz ki karşılıksız, geri istemesiz, kefilsiz veren, hepimizi de hibelerle donatmaya güce yeten, bir O’dur. Bebelere de ihtiyarlara da, güçlüye de güçsüze de imdad eden, kullarına her durumda sahip çıkan O’dur. Hayata tutunduğumuzda bulduğumuz ana şefkatini de, giderken düşeceğimiz toprak kucağını da hibe eden Allah’tır. Kendisine inanan kullarına Cennet’i de hibe eden aynı yüce Vehhâb’tır. Birkaç senelik hayatla sonsuzluğu kazanmak asla hak edilemese bile.

28 Ekim 2011 Cuma

Mutlaka Okumalısınız

İnsanı ve Hayatı Anlayabilmek İçin KİTAP ÖNERİLERİ :: MUHAMMED ALPKENT
1. DÜZEY (Okuma alışkanlığı olmayanlar için)
1.      Ben ve O, Ümit Şimşek, Zafer Yayınları
2.      Küçük Şey Yoktur, Kemal Ural, Şule Yayınları
3.      Edeb Ya Hu, İbrahim Refik, Albatros Yayınları
4.      Kızıl Meydandan Kıble’ye, İhsan Atasoy, Nesil Yayınları
5.      Sema ve Nur, Mehmet Akar, Nesil Yayınları
2. DÜZEY (Okuma alışkanlığını pekiştirmek için)
6.      Kur’an Okumaları, Metin Karabaşoğlu, Nesil Yayınları
7.      Hadis Okumaları, Metin Karabaşoğlu, Nesil Yayınları
8.      Ruhsal Zekâ, Muhammed Bozdağ, Yakamoz Yayınları
9.      Risale-i Nûr’a Giriş, Heyet, Nesil Yayınları


TEMEL KAYNAKLAR (Her zaman zihin ve kalbi beslemek için)
1.      Ayet ve Hadislerle Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali,
M.Yaşar Kandemir, Halit Zavalsiz, Ümit Şimşek, Marmara İlahiyat F. Vakfı Yayınları
2.      Riyâzu’s-Sâlihîn (Seçme Hadisler), İmam Nevevi
3.      Risale-i Nur Külliyatı (Konulu Kur’an Tefsiri), Said Nursi, Nesil Yayınları

27 Ekim 2011 Perşembe

Gelenlerin ve Gidenlerin Sözü

Ey Sözümü İşiten Dostum;

Bazı sözler vardır ki, bugün söylenir, bugün dinlenir. Bazı sözler vardır ki, dün söylenmiştir, bu gün dinlenir. Bazı sözler de vardır ki, dün de, bu gün de söylenir ve hep dinlenmeye devam eder. Sen dinleyici ol da, söz ne zaman söylenmiş olursa olsun. Sen kulak ver de, söz devam ede dursun.

Bu dünyaya kimler geldi ve buradan kimler geçti, bilir misin? Hatırlarsan eğer, insanlık kadar eskidir hafızası dünyanın. Ne yıkıntılar. Ne badireler. Ne safâlar. Ve ne pişmanlıklar yaşandı burada. Hayatla sevinenler, ölümle çığlıklar koydular gerilerinde.

Kimimiz öyle yaşadı ki, ölümüyle olsun yürekler dirildi. Kimimiz de öyle yaşadı ki, hayatıyla olsun hayatlar dirilmedi. Hayata kanatlanan destanlarımız oldu kimi zaman, kimi zaman hayatın rûhunu çöpe attık. Aramızdan bülbüller seçildiği de oldu, kartallarımız da alındı aramızdan.

Ey Sözümü İşiten Dostum;
Hayatın seyri, ölümün seçimi ve ölümle hayata bağlanan rûh. İşte bunlar var ya. Evvelce söylenen, şimdi söylenmeye devam eden ve yarın söylenecek sözlerdir. Marifet dinlemede ve öyle bir ‘âh’ etmededir ki, o ‘âh’la hayatına rûh üflensin. Dünya’ya gelmiş olmanın hünersizliği, âşikâr olunsun sana o bir ‘âh’ınla.

Şu dünyada bir yolcu ol, buyuruldu. Bülbül de sen ol zamanında, kartal da sen. Yağmur da sen ol zamanında, bulut da sen. Ama ne olursan ol. Unutma ki, ‘şu dünyada bir yolcu ol’ buyuruldu.

Bir ulu denizin ortasındayız. Bir kutlu nehrin akışında. Bir bulutun sağılışında. Hepsinde de rahmet içreyiz. Hepsinde de huzurda. Çok yakınımızda bir yerde, hazineler var. İnciler var, saklı. Uzanan eller var. Kapılar var. Tek eksik var: Biz yokuz. Unutma ki dostum, ulu deryâ içre neye yaradığını bilmezsen, yokluktan yokluğa düşersin.

Bir gün gelir. Sen ölürsün. Hangisini istersin? Senin için ‘hayata hayat kattı’ mı diyelim, yoksa ‘binlerden bir eksildi’ mi? Hangisini istersen, ona göre öyle bir yaşa ki, sözlerin bittiği anda, sen söyle son sözünü. Unutamayacağımız, ardı sıra peşine düşeceğimiz sözünü.

Kaynak: Öğren Yaşa Anlat, Muhammed Alpkent, Nesil Yayınları
Mevlânâ Celaleddin Rûmî’nin Mesnevî-i Şerîf’i ve Bediüzzaman Said Nursî’nin Mesnevî-i Nûriye’sinden ilhamen kaleme alınmıştır.

Mânânın Sözü

Ey Sözlerimi İşiten Dostum;

Yeryüzüne iyi bak. Gökyüzüne iyi bak. Ufukların kadar geniş ve dolu dolu bak. Ama sakın, sadece bakmakla kalma. Bakışlarını derinleştir. Görmeye çalış. Baktığın şeye değil mânâsına yaklaş.

Mânâ derindir. Mânâ özeldir. Mânâ hemen vermez kendini. Sen ümitsiz olma. “Ben anlayamam” deme. “Benden olmaz” deme. Çünkü, iyi bil ki, mânâ oraya konmuşsa, senin için konmuştur. Onu anlayabilecek, ona yönelebilecek yalnız sen varsın varlıklar arasında.

Mânâ işçiliği sanattır. Sultanlık değildir, ama sultanlık verir sonunda. Şimdi işin ne ise, bu işi sen yapacaksın. Bey mi arıyorsun, sensin. Köle mi arıyorsun, sensin. Bilmenin ve öğrenmenin kölesi olman saltanattır. Öğrenci mi arıyorsun, sensin.

Büyüklenme. Küçüklenme. Unutma ki, senden büyüğü de vardır âlemde, senden küçüğü de. Sen, kıymet bilmezlik etme. Kendini basit ve kıymetsiz görme. Sana verileni ve sana verilecek olanı düşün. Bu kıymetinin de hakkını ver. Kendine de bakarken, kalbindeki ve yaptığındaki mânâya bak.

Dostum;
Sıkıldın mı, bunaldın mı, karardın mı? O halde genişlet içini. Ferahlat kendini. Kararan odana pencereler aç, güneşler dolsun içeri. İçeri güneşler açan penceren, mânâdır. Mânâya bakarsan için genişler. Yüreğin ferahlar. Çünkü, kapıları açan, sınırları yıkan, ruhuna özgürlük veren, mânâdır.

Bir sor, şevk bulan kalbi kırıklar nasıl buldu? Bir sor, gözünü açamayan hastalar, nasıl uyandı? Bir sor, bîzâr olan yolcular nasıl yol buldular? Kalbi kırılan, onu mânâyla tamir etti. Hastalar gözlerini mânâyla açtı. Yolcular, yollarına mânâyla gitti. Maddenin kilitlediği kapıyı, mânâ açtı.

Ey sözlerimi işiten dostum;
Sen kendini kilitleme. Enginlere dal, yüz derin sularda. Uç geniş ufuklarda. Ben bir gün dünyadan göçersem, bil ki, maddenin kilidi açıldı. Mânâya göçtüm. Sende hüner varsa, ben gibi olma. Hayatın bitmeden mânâya göç. Kilitlerini aç. Yüz engin sularda. Uç geniş ufuklarda. Mânânın parlak kanatlarıyla...

Kaynak: Öğren Yaşa Anlat, Muhammed Alpkent, Nesil Yayınları
Mevlânâ Celaleddin Rûmî’nin Mesnevî-i Şerîf’i ve Bediüzzaman Said Nursî’nin Mesnevî-i Nûriye’sinden ilhamen kaleme alınmıştır.

Asla 3 Şey Olma!

Ey Sözümü İşiten Dostum;

Söz, yürekten çıktığı zaman ancak yüreğe gider. Sen de sözlerini yürekten söyle. Sana söyleneni iyi dinle. Yürekten geleni al, keder vereni bırak. Güzele çağıranı al, boş olanı bırak. Rûhunun istediğini al, istemediğini bırak..

Dinle ki, bu söz benden sana değil, senden bana söylenmiştir. Ateşten suya değil, sudan ateşe söylenmiştir. Yerden göğe değil, gökten yere söylenmiştir. Siyahtan beyaza değil, beyazdan siyaha söylenmiştir. Dinle ki, bu söz benden sana değil, senden bana söylenmiştir.

Senin hâlin bana pek dokundu. Yer gök sustu birden. Dereler sustu. Ben sustum. Sen konuştun. Hâlin ses verdi ötelerden. O kadar ötelerden ki, tâ içinden. Senin hâlinde insanı seyrettim dostum. Ve insanları gördüm senden. Hepsinde bir hüzün, hepsinde bir hapis var aslında.

Dostum, haps olmuşluk nedir bilir misin? Tutsak olmak. Bağlanmak. Zincirlenmek. Bazen insan fark edemez. Çelikten halatlarla sarılmıştır etrafı. Zincirlere vurulmuştur. Ama kendine bir sor. Bazen insan fark edemez.

Hayat önemlidir. Neşelen ve gül. Hüzünlen ve ağla. Ne yaparsan yap, ama Allah rızası için olsun yaptığın. Gördüğün göreceğin Allah rızası için olsun. Hayat uzundur, hayat kısadır. Kısası uzunu, hayatın Allah rızası için olsun.

Sana rahmet veren Rahman’dır. Merhamet veren, şevk veren, ümit veren, sevinç veren, hüzün veren. Sana yoldaş olan Rahman’dır. İyi bil ki, hiçbir yerde bir başına değildin. Bundan sonra da olmayacaksın. Her zaman yanında olan Rahman’dır.

Asla üç şey olma. Ümitsiz olma. Şükürsüz olma. Sabırsız olma. Mevlâ’yı bilen ümidi bilmeli. O’nu bilen şükretmeli. O’na inananın sabırlı olmalı her ameli. Çünkü O varsa, ümit vardır. Sana kapalı gelse de yollar, ümit vardır. Çünkü O varsa, nimet vardır. Şükür vardır. Sana çirkin gelse de hâller, nimet ve şükür vardır. Çünkü O varsa, sığınak vardır. Sabır vardır. Sana, ne, ne şekilde görünürse görünsün, hepsinde de güzellik vardır. Ümit, şükür ve sabır, vardır.

Dostum, her zaman imanı yaşa ve uyanık ol. O seni bıraksın, sen onu bırakma. O seni terk etsin, peşinden koş git. O yüz vermesin, sen ona yalvar. Sana, bilmen gereken ve öğrenebileceğin en değerli şeyi haber vereyim mi? Sahip olabileceğin en kıymetli şey, inancındır. Allah’a inan, mutlu ol. O’na dayan, güçlü ol.

Ey Sözümü İşiten Dostum;
Sözlerim bitti. Işığım söndü. Kandilim tükendi. Sen bana kulak ver de, sözleri bitmeyene, ışığı sönmeyene, kandili tükenmeyene kulak ver. O’nu sev. O’na kendini sevdir. O’nun sevdikleriyle doldur yüreğini.

Kaynak: Öğren Yaşa Anlat, Muhammed Alpkent, Nesil Yayınları
Mevlana Celaleddin Rumi'nin Mesnevî-i Şerîf'i ve Bediüzzaman Said Nursî'nin Mesnevî-i Nûriye'sinden ilhamen kaleme alınmıştır.

Su Şiiri

İnsan biraz endişe, biraz aşk, biraz da su
Vurulmuş üstüne sonsuzluğun dokusu

Her insan sudandır, suyla başlar seyahat
Suda birleşir ses, ışık, ahenk ve sanat

Sanki bir sır bürünüvermiş ıslak bir nefese
İlahi besteyi fısıldar, insan onu dinlese

Şiir: Muhammed Alpkent

El-Melik

Âlemlerin işleyiş çarkı, mükemmel bir düzen içindedir. Hiçbir şey başıboş değildir. Her şey tek bir sultanın emri altında hareket etmektedir. Varlık adına ne varsa, hepsinin bir sahibi vardır. Dünde kalanların, bugünü yaşayanların, yarın olacakların. Hepsinin de ait oldukları bir yüce melik vardır. Allah, varlığın Melîk’idir. Mülk O’nundur. Yani yıldızlar, gezegenler, toprak, su, ateş, hava ve bunların terkibinden oluşan her şey, O’nundur. Bildiklerimizle bilemediklerimizle, gördüklerimizle göremediklerimizle varlığı tadan her var, O’na aittir.

Allah’ın mülkü, paha biçilmez hazineleri kapsar. Balıklar, mercanlar, kayalıklar, adalar O’nun olduğu gibi, okyanuslar da O’nundur. Kuşlar, bulutlar, yağmur damlaları, gökkuşakları O’nun olduğu gibi, güneşler ve uzaylar da O’nundur. Tüm nefisler, akıllar ve kalpler de O’nun elindedir. Hazret-i Melik, dünyada tasavvur edilebilecek tüm melik ve sultanların hükümdarlıklarının toplamından daha yüce, zihinlere sığmayacak kadar engin bir saltanata mâliktir. Tüm saltanatların da, sultanların da, onlara tabi olanların da sahibi O’dur.

En Yaygın 7 Büyük Hitabet Hatası

1.   Karşısındakileri Uzman Zannetmek
Pek çok konuşmacı, dinleyicilerinin kendi uzmanlık seviyesinde olduğunu zanneder. Kendisinin bildiği her şeyi ‘zaten’ muhataplarının da bildiği varsayımıyla konuşur. Bu düşünceyle, kullandığı kelimelere dikkat etmez, söylediklerinin anlaşılmadığını fark etmeden konuşmaya devam eder.

2.   Herkesin Zaten İlgili Olduğunu Düşünmek
Bazı konuşmacılar da dinleyicilerinin kendisini dinlemeye can attığını düşünürler.
Anlattıklarının dünyanın en değerli bilgileri olduğunu düşünen bu tip konuşmacılar, konuşmalarına ilgi çekici malzemeler eklemeyi de gereksiz görürler.
3.   Güzel ve Düzgün Konuşmayı Fazla Önemsemek
Diksiyonla hitabetin birbirinin tamamlayıcısı olduğunu biliyoruz. Ancak diksiyon kullanarak güzel ve düzgün konuşmayı gereğinden çok önemsemek, bu defa konuşmacıyı hitabette olması gereken samimi ve ilgi uyandırıcı tarzdan uzaklaştırabilir. Diksiyonun hitabete en önemli iki destek noktası; ses tonunu güçlendirmesi ve söylediklerinin tekrara gerek kalmadan anlaşılabilmesidir.

4.   Bilinen Şeyleri Tekrar Etmek
Konuşmalarda yaşanan en yaygın hatalardan biri de, izleyicilerin genellikle zaten bildiği şeylerin tekrar edilmesidir. Çok bilinen hikayeler, katkı sağlamayan bilgiler, defalarca kullanılmış espriler ve yenilik getirmeyen yorumlar, grubun dinleme isteğini öldürür. Ayrıca bunlar, konuşmacının karizma algısını da olumsuz etkilerler.

5.   Samimiyet ve Bilgiyi Yeterli Görmek
Bazı hatiplerde de, ‘sadece’ samimiyetine ve bilgisine güvenme hastalığı vardır. Samimi olmak hitabette çok şeydir, ama her şey değildir. Anlattığı konuya hakim olmak da çok önemlidir, ama etkiyi garanti etmez. Önemli olan samimiyet ve bilgiden mânâ devşirip bunu profesyonel teknikler ve emek verilmiş bir hazırlıkla yoğurmaktır.

6.   Daldan Dala Atlamak (Sistemsiz ve Hazırlıksız Konuşmak)
Çok bilgili konuşmacıların bir kısmı, zihinlerini toparlamakta zorlanırlar. Anlattıklarını önceden bir plana, bir sisteme koymadan sundukları için, bir söyledikleri bir başkasını, başkası daha başkasını çağrıştırır durur. Bunun sonucunda, dinleyicilerin yoğunlaşmakta zorlandıkları, sıkıcı bir konuşmaya ortaya çıkar.

7.   Çok Konuşmak
Konuşma sanatının en büyük düşmanlarından biri de, gereğinden çok konuşmaktır. İzleyicinin durumunu göz önünde bulundurmadan konuşmayı uzattıkça uzatmak, olası olumlu konuşmacı imajını da yok eder. Planlanan konuşma süresine eklenen fazladan her bir dakika, dinleyici üzerinde daha fazla gerginliğe yol açar. Çok merak uyandıran bazı özel durumlar hariç, en güzel konuşma ‘kısa’ olanıdır.

    Kaynak: Muhammed Alpkent, Hitabet Sanatı Rehber Kitabı.

Konuşmalarınıza Etki Kazandıracak 9 Sır

1) Mutlaka hazırlanın

Bir konuşmanın başarılı olabilmesi için mutlaka önceden hazırlanması, içeriğinin planlanması gerekir. Hazırlıksız konuşmaların dinleyiciler üzerinde sıradışı etkiler bırakabilmesi oldukça zordur. Konuşmacılar, ancak konuşma hakkına sahip oldukları, gerçekten iyi bildikleri konular etrafında konuşurlarsa, konuşmanın hazırlıksız olması kusuru daha düşük boyutta atlatılabilir. Fakat yine de kusursuz bir konuşma olmamış olacaktır.
Konuşmacı hangi konu etrafında konuşacağını kesinlikle ve net bir şekilde bilmelidir. Konuyu iyi bildiği zannıyla, “bir şeyler konuşacağız işte” yaklaşımı, konuşmanın bir fiyaskoya dönüşeceğinin açık bir işareti olarak nitelenebilir. Etkili konuşmak isteyen hatip, bilmediği konu karşısında bir süre ifadelendirme yapabilmeli, ama asla “ana konuşma” örneği sunmamalıdır. Sadece gerçekten uzmanı olunan konuda konuşulmalıdır.
Konuşma konusu seçildikten sonra da, konuşma için talep edilen süreye göre, konu sınırlandırılmalıdır. Örneğin “hitabet” hakkında konuşacak hatip için bir saat ayrılmış ise hatip, hitabetin ana esaslarına değinecek şekilde konunun alt fikirlerini kısıtlamalı ya da hitabetin sadece bir bölümünü, meselâ “dikkat çekme stratejileri”ni anlatmalıdır.
2) Amacınızı ve konuşmanızın amacını belirleyin
Bir konuşmada amaçlar hakkında düşünülebilecek üç türlü bakış açısı vardır. Konuşmanın, içerdiği mesajdan kaynaklanan belirli bir amacı vardır. İkinci olarak, konuşmacının, konuşmasından ve dinleyiciler üzerinde beklediği etkiden kaynaklanan bir amacı söz konusudur. Üçüncü olarak ise, dinleyicilerin konuşmadan beklentileri ve dolayısıyla kendilerine yönelik amaçları vardır. Konuşma planlaması safhasında, tüm bu amaçlar gözden geçirilmelidir.
Kalitenin bir boyutu, beklentilerin tatmin edilmesidir. Öyleyse konuşmanın planlaması ve konuşma boyunca ona yapılacak yöneltmeler, bu beklentilerin tatmini çerçevesinde gerçekleşmelidir. Örneğin, “hızlı ve etkin okuma” seminerinde katılımcıların beklentisi hızlı okumaktan çok daha iyi öğrenmek ise, seminer sunucusu programın içeriğini esneterek, “öğrenme” konusuna ağırlık vermeli ve amacını bu yöne kanalize etmelidir.

3) Fikirlerinizi zihninize inşa edin

Konuşma sırasında akıcılığın sağlanması ve etkin bir sunumun gerçekleştirilebilmesi için, konuşmayı oluşturan içeriğin zihnimize inşa edilmesi gerekir. Beynimize tam olarak yerleşmeyen bir konuşmanın içeriğini gerektiği yerlerde hatırlamak için zorlanabiliriz.
Bunun önüne geçmek maksadıyla, konuşmanın içeriğini bölümlendirmeli ve onu hafızamıza bu bölümler doğrultusunda almalıyız. Öncelikle içeriği birkaç ana fikre ayırmalı ve kaça ayırdığımızı da bilmeliyiz. Daha sonra bu ana fikirleri destekleyici yan fikirler oluşturmalıyız.
Bu fikirlerin sistematiği için şekilsel gösterim kullanılmalı ve hatta, mümkünse bu şekilsel gösterimde renklendirme ve hareketlendirme yapılmalıdır. Konuşma sırasında konuşmanın içeriğinin tamamı yerine, bu şekilsel gösterimin ve içerisinde ilgili temel hatırlatıcıların (birkaç kelime) bulunması daha yararlıdır.

4)   Olumlu bir imajı önemseyin

Konuşmanın planlaması, ön hazırlığı bittikten sonra, konuşmacı kendini merkeze almalı ve kendi üzerinde düzenlemeler yapmalıdır. Çünkü ortaya konulacak olan konuşmanın kaynağı, konuşmacının kendisidir. Dinleyiciler de henüz konuşmayı dinlemeden, konuşmacı için bir kanaat edineceklerdir. İlk izlenimlerin oluştuğu ilk 20 saniyelik süreçte de, konuşmacı dinleyiciler üzerinde olumlu kanılar bırakmalı ve bu kanıları konuşma sürecinde daha da güçlendirerek konuşmadan ayrılmalıdır.
Konuşmacı, konuşmanın başından sonuna kadar, insan psikolojisine olumlu gelecek tüm özellikleri barındırmalıdır. Coşkulu, sempatik, karizmatik, bilgili, hoşgörülü, bilge olduğu düşünülen bir konuşmacı, ne söylerse söylesin, anlattığı ne olursa olsun, dinleyicileri üzerinde büyük etki bırakacaktır. En başta, bu özellikleri taşıdığını düşündüğünüz, etkilendiğiniz birinin yerinde kendinizi düşünebilir, onu modelleyebilirsiniz.
5) Temiz ve düzenli bir görünüme sahip olun
Sınav kağıtlarını okumakta olan bir öğretmen, karşısına çok düzenli, özenle yazılmış bir kağıt geldiği zaman, içindekileri henüz okumadan az veya çok etkilenir ve kağıdı okurken, ister istemez duygusal davranabilir. Buna benzer şekilde, dinleyiciler de temiz ve düzenli bir görünüme sahip olan konuşmacıdan daha fazla etkilenme ihtimalindedirler.
Giyilen kıyafetler, ortama göre belirlenmeli, çok pahalı ve abartılı olmak yerine, her zaman düzenli ve temiz olacak, konuşmacının yansıtacağı kişilikle bütünlük arz edecek giysiler olmalıdır. Genellikle ciddi giysiler, konuşmaya önem verildiğinin göstergesi olarak kabul edilir.
Ayrıca, lacivert takım elbise içine beyaz gömlek ve mavi kravat giyen insanların, muhataplarını daha kolay inandırdıkları ve ikna ettikleri uzmanlarca gözlenmiştir.
6) Doğal ve rahat davranın
Konuşmacının kürsüde doğal ve rahat davranması, onu dinleyicilere daha yaklaştıracak, dolayısıyla aralarında bir sempati köprüsü oluşturacaktır. Doğal ve rahat olmak, konuşmacının muhtemel heyecanını da en aza indirecektir.
Bunun sağlanması için, kürsüde özel bir konuşmacı gibi davranmak yerine, gerektiğinde dinleyicilerle beraber gülmeli, onlarla yakın olmalıdır. “Sesim duyuluyor mu?” veya “Beni daha önce gören var mı?” gibi yakınlaştırıcı sorular, konuşmanın ilk başında daha doğal ve rahat bir havaya girilmesine yardım edecektir.
Hatip, dinleyicileri karşısında durağan bir görünüm sergilememelidir. Konuşmanın daha canlı ve renkli geçmesi için, yansıtmakla yükümlüğü olduğu kişilikle uyum sağlaması için, doğallıktan uzaklaşmaksızın jest ve mimikler de kullanmalıdır.
Jest, bedensel duruş için, mimik ise yüz kaslarının hareketleriyle verilen anlamlar için kullanılan kelimelerdir. Konuşmanın başından sonuna, jest ve mimikleri etkin ve anlamlı kullanmak için fırsatlar aramalıdır.

7) Mesajınızla beden diliniz uyumlu olsun

Konuşmada verdiğimiz mesaj, beden diliyle desteklendiği takdirde, dinleyicilerin algılama sürecine “görsellik” unsuru da katılmış olacak, böylece zihinlere yerleşen anlam da güçlendirilmiş olacaktır. Bu yüzden içeriğe uygun olarak beden dili de konuşturulmalıdır.
Örneğin, gülümsemenin anlatıldığı bir bölümde gülümsemek, hüzünlü bir bölümde mimiklerle hüznün yansıtılması, coşkulu bir şölende bu coşkunun paylaşılması, anlamlar üzerinde olumlu güçlendirme üretecektir.
Tüm konuşmalarda, bedensel duruş da genelde dik ve güvenli olmalı, fakat mesaja göre değiştirilebilmelidir. Anlamın en fazla yükleneceği bölümlerde, dinleyicilere doğru bedenin hafifçe eğilmesi, kucaklayıcı intiba bırakılması gereken konuşmalarda kolların açılarak avuç içlerinin muhataplara yönlendirilmesi gibi jestler, oldukça olumlu puanlar toplayacaktır.
8) Önce siz konuya ilgi duymalısınız
Konuşmacı, sunumunu zorla yapıyor ise, elbette sunumun sonunda insanlar hayranlıklarını ona ifade etmeyecektir. Konuşmaya katılan ruh, eksikliğe uğrayacaktır. Konuşmacı, konuşma yapacağı konuyu kendisi seçme imkânı doğurmaya çalışmalı ve kendisi seçmelidir. Böylece sevdiği, ilgili olduğu bir konu etrafında konuşma yapabilecektir.
Zaten büyük hatipler, uzmanı olmadıkları konu etrafında konuşmaktan kaçınmalıdırlar. Ancak bir sunum yapması istenen öğrenciler veya yönetim birimleri çalışanları, her zaman bu şansa sahip olmayabilirler.
Konuşma yapılmadan önce prova edilmesi, konuşmanın dinleyicileri üzerinde bırakacağı etkiyi tahminlerin üstünde bir boyutta artırabilmektedir. Bu provalarda konuşmanızdan siz de etkilenmelisiniz. Sizin de beğendiğiniz bir konuşma yapıldığı takdirde ancak, dinleyiciler de konuşmayı beğeneceklerdir. Fatih Sultan Mehmed gibi kendini fethetmeyen, İstanbul’u da fethedemeyecektir.
İnsanın kendisini fethetmesi de, konuşma sırasında yer yer dinleyicileri, sesi, telaffuzu, etkisi ve benzeri faktörler ile ilgili tüm kaygı ve endişelerden uzaklaşarak mesaj içeriğinin anlamında yoğunlaşmaya çalışması ile mümkün olabilmektedir. Hatibin bahsettiği şey nesne ise, görmeli, dokunmalı, işitmeli; duygu ise tüm canlılığıyla hissetmeli; kişi ise onunla o an hayalen birebir muhatap olabilmelidir.

9) Konuşmanızda kendilerini bulmalarını sağlayın
        
Tüm mesajlar için geçerli olan kanun, içerisinde bizden bir şeyler olan mesajlara kesinlikle ilgi göstereceğimizdir. Bir gazete bayiinde dergilerin kapaklarına göz gezdirdiğinizi varsayın. Dergi kapaklarından birinde sizinle çok bağlantılı bir başlık görürseniz, o dergiyi alırsınız.
Buna benzer şekilde, konuşma yapılan insanların ortak ilgi alanları, meslekleri, memleketleri, düşünceleri veya ortak temel yönlerini konuşmada gündeme getirmek, onları heyecanlandıracaktır. Bunun için de dinleyici profili iyi tanınmalıdır.
Konuşmacının dinleyicilerini önemsediğini, onlara değer verdiğini gösteren bir başka hareket, onlardan birini en az bir kez konuşma alanına (kürsü, sahne vs.) davet etmektir. Bu iş için de alıştırmalar kullanılarak, özel bahaneler üretilmelidir. Zira bu, konuşmacıyla dinleyiciler arasında görülebilecek keskin ulaşılmazlık hattını yıkarak, konuşmacı-dinleyici iletişimini güçlendirecektir. Hatta konuşmanız sırasında gerçekleştirdiğiniz gözle takiplerinizde, ilgisizliğini veya sıkılmışlığını gördüğünüz dinleyicilerden birini seçerseniz, onu da konuşmaya dahil etmiş olursunuz.

Kaynak: Hitabet Sanatı Rehber Kitabı, Muhammed Alpkent.

Zeka ve Öğrenmenin 29 İlkesi

1.      Öğrendiklerinizi tekrar etmezseniz, büyük çoğunluğunu unutursunuz.
2.      Tekrar, bilgi edinmenin olduğu gibi, yetenek geliştirmenin de anasıdır.
3.      Kalıcı bir bilgilenme istiyorsanız, öğrendiklerinizi 10 dakika, 1 saat, 1 gün, 3 gün, 1 hafta, 1 ay, 3 ay ve 6 ay sonra toplam 8 kez tekrar etmelisiniz.
4.      Öğrenmek için en uygun zaman, sabahın ilk ışıklarının göründüğü zamandır. Bunu anlamak için güneşin doğma zamanını takvimlerden öğrenerek, ondan daha önce uyanabilirsiniz.
5.      Uyku düzeniniz, öğrenme etkinliğinizi etkiler. Güneşin doğmasını izleyen yaklaşık 45 dakikalık süreçte uyumak, zihinsel zekânız üzerinde olumsuz etki bırakır.
6.      Zihinsel bir faaliyet göstermeden sürekli tek bir noktaya bakmak, zihinsel zekânızı yıkıcı boyutta olumsuz etkiler. Bu durumun en çok görüldüğü eylem, televizyon izlemektir.
7.      İnsana birikim kazandıran, öğrendiklerini hemen uygulamaktır.
8.      Yapılması gerekenleri ertelemek, insanda strese neden olur. Neden kaynaklanırsa kaynaklansın stres, zihinsel zekâ kullanımını olumsuz etkiler.
9.      Zihinsel zekânız gelişebilir. Daha yüksek zekâya kavuşmanın yolu, öğrendiğiniz bilgi miktarını ve bu bilgiler arasında kurduğunuz bağlantıları çoğaltmaktır.
10.  Bilgiye, bir hafta sonra onunla ilgili bir konferans verecekmiş gibi yaklaşırsanız, çok daha iyi öğrenirsiniz.
11.  Bilgiye, onunla ilgili bir makale yazacakmışsınız gibi yaklaşırsanız da, çok daha iyi öğrenirsiniz.
12.  Öğrendiklerinizi öğrettikçe (anlattıkça) onları daha fazla kendinize mâl edebilirsiniz.
13.  Öğreneceklerinizi bölümlere ayırarak, her bölümle ilgili resimler oluşturmayı temel edinen “zihin haritalama” tekniği, hafıza yeteneğini güçlendirir. Resimleri kendi arasında filmleştirmeniz, bu süreçleri sıra dışı ve komik biçimde hayal etmeniz, daha çok işinize yarar.
14.  Bilinçaltı zihniniz, davranışları öğrenirken dört etkeni dikkate alır. Bunlar, kendi kendinize iç konuşmalarınız, insanların size telkinleri, deneyimleriniz ve kurduğunuz hayallerdir.
15.  Bilinçaltı zihniniz için gevşeme esnasındaki hayal, gerçekten yaşanmış gibi etki gösterir. Yeteneklerinizi geliştirme konusunda en önemli yöntemlerden biri, sonucu almış şekilde kendinizi hayal etmektir. (Bu hayalin merkezinde dış etkenlere bağlı sonuçlar değil, zeki olmanız, güzel konuşmanız vs. gibi kişisel yetenekleriniz olmalıdır.)
16.  Beynin çalışma hızıyla insanın okuma hızı arasındaki fark dikkat dağılmasına yol açar. Bunu yenmenin yolu, “hızlı okuma” tekniklerini öğrenmek veya çok merak ettiğiniz alanlara yönelmektir.
17.  Soru sormak, öğrenmenin yarısıdır. İnsanlara uzmanlık alanlarıyla ilgili sorduğunuz sorular, ciltlerce kitap okumaktan daha fazla öğretici olabilir.
18.  Bilgiye ulaşmak için isteyerek katlandığınız fedakârlık, o bilgiyi sizin için daha değerli ve kalıcı hale getirir.
19.  İnsan, birlikte yaşadığı diğer insanların tutum ve davranışlarından etkilenir. Davranışların öğrenilerek kopyalanması, modellerin görülmesiyle gerçekleşir.
20.  Bilgiyi çok iyi anlayarak, sebep-sonuç ilişkilerini eksiksiz kurarak içselleştirmek, ezberlemekten çok daha verimlidir.
21.  Ezberle yetinenler, uzman olamazlar.
22.  Uzmanlığınızın ölçüsü, size sorulan sorulara hem tatmin edici, hem de yeni soruları ateşleyecek biçimde cevap verebilmenizdir.
23.  Not tutmak, bilgiyi bağlamaktır. En verimli dinleyiciler, konuşma esnasında ayrıntılı not tutanlardır. En verimli okurlar ise, kitabın boşluklarına işaretler koyarak yeni düşünceler ekleyenlerdir.
24.  Sahip olduğunuz bilgiyi kendinize göre kategorize edip (bölümlere ayırıp) sistemleştirmezseniz, içinde boğulabilirsiniz.
25.  Bilgi üretmek, o bilgiyi size mâl eder. Bilgi üretmek, öğrendiğiniz pek çok bilgi arasında bağlantılar kurarak, yeni çıkarımlarda bulunmanız demektir.
26.  Zihinsel zekânız ve öğrenme yeteneğinizi etkin kullanma düzeyiniz, dış telkinlerin etkisine açıktır. Örneğin, şaka yollu bile olsa, size “kafanızın basmadığı” söylense, bu söz farkında olmadan sizi etkileyebilir.
27.  Sürekli bilgi edinmek yerine, zaman zaman düşünmeye vakit ayırmak, o bilgiyi daha iyi kullanmanıza neden olur.
28.  Öğrenmeye en açık insan, meraklı, mütevazı ve cesur olandır.
29.  Beynimizin %2’si veya %3’ünü kullandığımız, sadece bir iddiadan ibarettir. Beyninizin %100’ünü de kullansanız, önemli olan temel sorularınıza cevap bularak hayat memnuniyeti ve mutluluğa ulaşmanızdır.

Kaynak: Öğren Yaşa Anlat, Muhammed Alpkent, Nesil Yayınları